10 Mayıs 2012 Perşembe

Gerçek mi? O da Ne?

     Aklımda o kadar çok soru var ki... Seçemiyorum nereden başlasam sorularıma, nereden başlasam içimi dökmeye. Gerçek arayışı mı ya da olmadığına inandığım gerçeği aramaktan asla vazgeçmeyeceğimden mi? Öyle bir kısır döngü ki. Gerçeği arıyoruz, bir yandan da varlığını inkar edip, mutsuzluğa bürünüyorsunuz. Bu zamana kadar gerçek sandığım şeyler neydi? Çocukken, konuştuğunu bile hatırlamadığım, sırf bana para verdiği için büyük bir sevgi beslediğim dedem gerçek miydi? Babaannemle birlikte yediğim; annemin yaptığı, üstünde çay bardağının ağzı ile hafif bir iz bırakılmış kuru pasta ve domates( garip bir kombinasyon ama iyi yediydik!)... Şu an düşündüğümde sanki çok daha farklı bir hayattayken bunların tadına bakmış gibi hissediyorum. Geçmişteki ben sanki "gerçeğin" başka bir seviyesindeymiş gibi. Yine de o anlarla ilgili o kadar kesintili ki hafızam, gerçi o kadar fazla geriye gitmeye bile gerek yok, bir hafta öncesi, bir ay öncesi, bir yıl öncesi... Bu zaman kavramlarıyla ilgili olan hafızam bile kesintili. Yanıltabilirim belki de bu "gerçek" sandığım şeyleri. Bunlar bile basit birer yanılsama doğuruyor, kendi yaşadığın, gerçek sandığın hayatını bile yanıltabiliyorsun.

     Yazıya başlarken dediğim gibi çok fazla soru var aklımda, kafamı kurcalayan saçma salak mutsuzluk birimleri... "Gerçek"ten girdim ya devam edeyim. O kadar fazla katmanı var ki bu "gerçeğin". Yukarı da yazdığım sadece bildiğimizi sandığımız gerçekler. Uzun uzadıya bir şeyleri yazmayı sevmem. Kısa ve öz olabilmek benim için yaratılmıştır adeta. Sevdiğimizi sandığımız nesneleri, kişileri, hatta kendinizi bile bir anda itici bulmaya başlayabiliriz. Yani hiçbir şey durağan değil, her şey değişken, ama "seviyorum" derken sevgiye büyük bir görev yükleyip "gerçeklik" katıyoruz. E o zaman değişen bir şey nasıl gerçek olabilir? Ya da gerçek nedir? Gerçek bir dansöz müdür? Var mıdır ki?

      Deli gibi arayışıma devam edeceğim, ne olduğunu bile bilmediğim gerçeği bulduğumda, ya da ne olduğunu öğrendiğimde içimdeki büyük bir ateş sönecek. Mutlu olmayı bile bana gereksiz kıldıran bu "gerçeksizlik" sona erdiğinde, içim böyle gökyüzü gibi olacak, biraz böyle serin , esintili, mavi ve beyaz... Garip bir heyecan verecek yüksek yerlerden aşağıya bakıyor gibi ve hayaller kurduracak yeryüzünden yıldızlara değil de sanki yıldızlardan yeryüzüne bakıyormuşcasına. Yok tabi öyle bir dünya. Tek merakım kaldı, o da son nefesi vereceğimiz zamana. Sonrasında yine de bir gerçek bulurum diye umuyorum. Ya da hiçbir şey bulamam, belki de o hiçbir-şeylik tıpkı hayata gelmemizden önceki gibidir. Var olmayış... Var olmayış gerçek olabilir ama o zaman da bilemeyeceğim, gerçek nedir diye. Bunla bitsin bu yazı.( Sanki köşe yazarı da havalara bak! Kaç kişi görecek lan bu sayfayı, bak okuyacak bile demiyorum!)


      





      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder